Her şeyin kabul edilebilir olduğu o akşam yorgunluğu ve bıkkınlığıyla konuşmaya başlamıştı insanlar. Odaya güzel koksun diye sıkılan parfüm gibi kokmuştu sonrasında ortalık. Birkaç günlük yıkanmamış bulaşıktan ya da bir şeylerin dibinde kalmış yemek artıklarından kaynaklanıyor olsa konuşacak bir şey bulmanın mutluluğu ve yerinde bir şey söylüyor olmanın gururuyla etrafın ne kadar kötü koktuğundan dem vuracak olan insanlar kandırıyorlardı birbirlerini, bunlardan farklı kokmayan o oda parfümünün kokusunun ne kadar güzel olduğundan bahsederken. Çünkü güzel kokması gerekiyordu, yani başka ihtimal yoktu, onun varolma sebebi buydu. Henüz kendi varoluşsal problemlerini çözememiş ve hatta belki hiç üzerine bile düşünmemiş insanlar bir nesnenin varolma sebebinden ve bu sebebin gerçekliğe uygunluğundan o kadar eminlerdi ki, sonunda konuşacak bir şey bulduk diye düşünerek bile bahsini açmıyorlardı bu konunun. Camus bu yüzden zaten o giriş cümlesiyle çok etkilemişti: Gerçekten önemli olan tek felsefe sorunu vardır; intihar. Öyle ya yaşamaya değer bir gerçeklik yoksa, o zaman ona dair şeyleri düşünmenin ne anlamı vardı? Her şeyde anlam arayan, gazeteleri okuyup haberleri izlerken aklından 5n1k’yi çıkarmayan kişioğlunun kafası elbette bununla da karışmıştı, ona ne şüphe. Tabi bunları konuşmanın gereği yok, zaten hava çok soğuk. Konuştukça aynı şeylerden bahsettiklerini anlıyor belki insanlar, yani farklılık ilgi çekiyor ilk başta, her ne kadar “tam benlik” gibi tabirler kullanılsa da. Zaman ilerledikçe anlıyorlar; batı cephesinde değişen bir şey yok. Palahniuk en açığından söylemişti de, Türkçe’ye de hepimiz aynı bokun lacivertiyiz diye çok güzel çevrilmişti ya, ondan işte.
Uzaklaştıkça yakınlaşıyoruz, yakınlaştıkça uzaklaşıyoruz çünkü bizim olmayanın bizi heveslendirmesi gerektiği bir çağda yaşıyoruz, çünkü gerektiği düşünülen şeyleri yapmamızın şart –veya kimilerince farz- olduğu bir dünyada yaşıyoruz, bunları bu kadar rahat söyleyebiliyorum; çünkü doğduğumuz andan itibaren bahaneler geliştirebilmek üzerine uzmanlaşmamızın kaçınılmaz olduğu bir öz-suçlayıcı benlikle boğuşuyoruz. Ne yaparsak onda iyi, hatta yetmez, en iyi olmamız gerektiği söylenen “gerçekçi” ve “bilge” sohbetlerin öznesi ve nesnesi oluyoruz, hepimiz ayrı ayrı, sonuçta hepimiz bir.
Bir western melodisi kadar tekinsizce solumaya devam ediyoruz, hepimizin, ne kadar önem verdiğimizi birbirimize kanıtlamaya çalıştığımız havayı solurken. Al Pacino’nun Jack Daniel’s’in ismini yanlış söylediğinde kendisini düzeltmeye kalkışan o çocuğa; bana kaç yıllık arkadaşımı mı tanıtıyorsun, dediği filmdeki gibi yaşıyoruz; yaşamayı ne kadar sevdiğimizi herkese göstermeye çalışarak, yaşamın ne kadar coşkulu bir şey olduğuna inanmaya çalışarak ve yeri geldiğinde Pacino’nun o kaçınılmaz yüksek tonlu patlamalı konuşmalarını yaparak, çünkü herkes, her şey ve her yer bitmelidir, sona ermelidir ve hiçbir son aslında o tiratlar olmadan önemli değildir.
1; walker evans
2; antonio grambone
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
22 Ocak 2012 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 tepki:
Yorum Gönder