Chris Kyle isimli bir Amerikan askerinin *gerçek hikayesi* üzerine kurulu olan American Sniper, Clint Eastwood'un önümüze gelen son gevelemelerinden biri, ya da bir Amerikan vatandaşının daha doğru ifade ettiği şekliyle: "Birisi lütfen İhtiyar Eastwood'a modern teknolojiden bahsetsin de magnum opus'unu sonunda çeksin: Amerikan bayrağıyla sevişme üzerine altı saniyelik Vine" Böyle bir alıntıyla filmden bahsetmeye başlamak doğrudan bir kavgaya girmek gibi gözükebilir, fakat Amerikan dizi ve filmlerine dair milliyetçilik eleştirisi getirilmesiyle hep dalga geçmiş birisi olarak asıl derdim alıntıladığım vatandaşın kendi ülkesindeki yaklaşıma yönelik bu eleştirisi değil, asıl derdim bu eleştiriği odağındaki eylemin de rezil bir yolla gerçekleşmesi. Eastwood boş koltukta hayali Obama'yla konuşurken bile gözümde böyle bir duruma düşmemişti açıkçası, zira American Sniper'ı sonuna kadar izlemek için kendimi hayli zorladım ve bu süreçte zaman zaman kendimi filme kapatacak kadar sıkılmamın üzerine bir de filmin politikasındaki sığlığı hayretle izledim.
Öncelikle söylemem gerekiyor ki Eastwood'un veya liberal demokrasilerin müdahale anlayışı üzerine konuşma noktası değil American Sniper, çünkü böyle bir materyal üzerinden böylesine kompleks bir konuya değinmek pek doğru sonuçlara ulaştırmaz; film, yere akıllıca basmaya çalışan argümanları da kendi içerisinde boğar. Çünkü bu tarz kör gözle hareket edip görüyormuş gibi yapmaya çalışan bir film söz konusu savaş(-larda)ta haklı ve saf tutulabilir bir taraf görerek inceleme kolaylığına kaçmaya fazlasıyla olanak sağlıyor, oysa savaşta taraf olmak savaşın olumlanan kabülünden başka bir şey değildir.
Benzer biçimde liberal Amerikan medyasında sıkça dile getirilen mevzu bahis Amerikan keskin nişancısının aslında çok daha farklı birisi olduğu ve "kahraman" sözcüğünü hak etmiyor oluşuna da bu noktada girmeyi pek gerekli bulmuyorum, zira film özelinde baktığımızda zaten komplike görülmeye çabalayan bir savaş anlayışının mistifikasyonu söz konusu; hikayenin üzerine kurulduğu karakter artık filmdeki yansımasıyla denk düşüyor mu düşmüyor mu sorusu zannetmiyorum ki filmin problemleri içerisinde öne çıkanlardan birisi olsun.
Eastwood'un azınlık politikasını Gran Torino'daki orta yolu bulabilmiş durumdan daha farklı bir yere taşıyor American Sniper, Kyle'ın ilk eğitimlerinde üç eğitmenin de siyahi, Asya kökenli ve latin olmasının tesadüfi bir durum olmadığı aşikar. Ayrıca bu eğitim sürecinde *yeni siyahlar*dan olduğunu iddia eden elemanın da Eastwood'un çarpık bakışını ortaya koyabilecek bir gösterge olduğunu belirtmeliyim.
Bunlarla beraber American Sniper'ın, biçimsel açıdan aslında pek olumsuz denilebilecek bir amaçla yola çıkmadığı görülüyor. Çünkü filmin savaşı o koca cephelerden sınırlı da olsa çekip alıp savaşın günlüğüne inmeye çalışması takdire değer fakat anlattığı masalı fazla ilkel. Bu gelişmemiş senaryoya ek olarak ciddi manada kelimenin tüm çağrışımlarına uygun düşen biçimde sıkıcı olan film akışı, iki saati aşan süresi de düşünüldüğünde işkenceye dönebiliyor. Filmin politikasından ve onun genel yansımalarının, kompleks bir analizle film özelinde veya dışında buluşamayışından bahsetmeyince ve Chris Kyle'ın *gerçekte* kim olduğuna dair sorgulara girmeyince geriye pek bir şey kalmıyor, zira American Sniper, öldürdükçe efsaneleştiği düşünülen karakterinin dahi ötesinde kalan sebeplerle kendisinden öyle bir soğutuyor ki filme dönük övgüleri anlamak pek mümkün olmuyor benim için. Bu sene hiçbir filmi izlerken bu derece bitmesini beklememiştim, belki çok daha ayrı bir film olan L'inconnu du lac bu minvaldeydi bir de benim için diyebilirim. Nihayetinde, izlerken teknik sebeplerle bunaltan, üzerine kurulu olduğu ilkel analizi aynen perdeye taşımasıyla sığlığına hayret ettiren bir film American Sniper.
Son bir not düşmeliyim: American Sniper'daki o sığ bakış açısının birçok ülkedeki çoğunluklara anlayış bakımından ters düşen bir tarafı yok, ve bunun Amerikan yönüyle derdi olan bir zahmet dönüp önce kendisine baksın.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,