Yalnızlığı; durağanlığı, sakinliği ve nadir ama beklenen patlamalarıyla beraber etkileyici şekilde yansıtıyor Lost in Translation, tıpkı Somewhere gibi. Otobiyografik ögeler bulunması veya çevre sesinin sahnelerde gayet iyi kullanılmış olmasının getirdiği samimi sahiciliği haricinde de filmde insanı duraksatan, yaşama çok yakın bir şey var, hani bittikten sonra hala tek bir cümle kuramıyor olmama sebebiyet veren o şey.
Scarlett Johansson'ın ne kadar güzel bir insan olduğu bir tarafa, filmdeki karakteri de ayrıca hayranlık uyandırıcı. Sadece, her gördüğümde aklıma Cameron Diaz'ı getiren Kelly karakteriyle ilk karşılaşmalarındaki mimikleri bile başlı başına birçok şey anlatıyor aslında. Ve elbette Bill Murray, sen ne güzel bir adamsın!
Söyleyecek şeyler daha fazla aslında filmle ilgili, ama uzun zamandır aynı tema çevresinde öylesine dönüp duruyorum ki, artık bahsetmekten de bunaldım. Ve bazen dışarıda insanları izlerken filmlerden de kendimi çıkarmaya başladım, dışarıda yok olup da bir şekilde orada kendimi var edebiliyorum sanki. Galiba o bir şey filmde olduğu kadar, benden de kaynaklı.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder