Yapıma bakılırsa Poitras'nın böyle bir "hedef kitle" düşüncesi bile olmadığı açık. Öncelikle kabul etmeli ki yaşam sınırları ihlal edilmemiş veya edilmeme ihtimali var olan bir insan olmadığına göre herkesi ilgilendiriyor konu, her ne kadar bunun aksi bir durum olsaydı da mantıken herkesi ilgilendirmesi gerekecekti ama insanlara doğrudan dokununca elbette durum daha belirgin oluyor. Dolayısıyla herhangi bir kitlenin bu belgeseldeki anlatıcılığın odağında olması gereksiz bir düşünce gibi gözükebilir, fakat böyle bir hedef kitlenin varlığı aynı zamanda belgeseli daha derli toplu bir hale sokacağı için bu ilk kabul ile belirebilecek düşünce geçersizleşiyor. Elbette Poitras'nın elindeki materyalin ne kadarını kullandığını bilmiyorum, dolayısıyla belgesel kurguda mı böyle bir garip hal aldı yoksa hali hazırda ne çekildiyse ona göre mecburen böyle bir şema mı çıktı ortaya, bir şey söylemek güç. Fakat belgeselin dağınık bir yapısı olduğu ve anlatısı içerisinde ciddi bir tempo problemi yaşadığı gerçek. Bunun sebebi de işte belgeselin hangi izleyiciyi amaçlayarak var olduğunu bilememesinde yatıyor, çünkü kendi başına var olmaktansa yapılmış haberlerle, konu üzerine yorumlarla beraber anlam kazanıyor Citizenfour, oysa Snowden ile Greenwald ve Poitras'nın yaptığı görüşmelere dair de çok kritik bir perde arkası sunmuyor. Yani ne derinlere dalıyor ne yüzeyde yatıyor Citizenfour.
Tabii bu konuya ve izleyiciye yaklaşma konusundaki dağınıklık bir yana, internetin anayasal bir hak olmasının tartışıldığı bir coğrafyada o internetin ve kullanıcılarının nasıl kontrol altında tutulduğuna dair yakın dönemde öğrendiklerimizi tazeliyor Citizenfour. Söz konusu sızıntıların haberleştirilmesi sürecine de yakın plandan bakmasıyla mevzuya ekstra ve keşfedilmemiş bir derinlik katıyor; böylece tek başına duramayacak olsa da beraberce durdukları içerisinde önemli bir tutamaç oluyor Citizenfour.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder