Rollerin bariz olduğunu söyleyerek başlıyor Monsters and Men. Siyasi cephelere bağlı olmaksızın gözlenebilir sosyopolitik problemler, apaçık gerçeklermiş gibi duruyor olsa da bunun esasen bir yanılsama, siyaseten bir önyargı olduğunu öne sürüp devam ediyor sonrasında. Bu sayede, özellikle de belli şeylerin belli kalıplarla söylenmesinin geçer akçe olduğu zamanların verdiği bunalmayla, henüz açılış sekansıyla izleyiciyi yakalıyor film. Zira ciddi ve çok boyutlu bir meseleyi, ahlaken ve belli ölçüde siyaseten doğru yerde durarak ama tek boyutlu görmeyerek anlatma derdini karşıya geçiriyor o sekansla. Seyirciyi sürekli olarak anlatıya davet edip ondan katkı bekliyor oluşu bu duruşunu besleyen ögelerden elbette.
Hem filmin anlatı simgesine dönüşen siyahi adamın polis tarafından vurulurken kameranın odağında olmayışı, hem de o olay anını yakalayan ve anlatının ilk ayağını oluşturan videonun seyirciye sunulmuyor olması, filmin izleyene dönüşünü gösterdiği kadar benzer olaylarda tartışma odağının ne kadar isabetsiz olduğunu da vurguluyor. Bu anlamda filmin biri polis olmak üzere üç karakter üzerinden kurduğu denge, "biraz oraya biraz buraya" yanılsaması değil; çok boyutlu bir meselenin birkaç paragraflık haber metninin ötesinde çevresindeki yaşamlar için ne anlama geldiğini ve etrafında dönen tartışmaların da ne kadar cephe savaşı olduğu göstermek üzerine. Buradaki önemli nokta, benzer sosyopolitik sorunların görsel anlatıya dönüşürken kaybettiği inceliği arayan bakış. Çünkü tıpkı gazetecilikte var olması gereken sunum sorumluluğu gibi, esasen çok büyük bir kokuşmuşluğa işaret eden meselelerin aynı kuru ve tek boyutlu anlayışla tekrar tekrar sunuluyor olması istenen etkiyi yaratmanın aksine bir duyarsızlaşma, meseleye karşı uyuşma yaratıyor çoğu zaman. Mesela "farkındalık" ismi altında devam eden gündemlerde her zaman için hastalıklı yapının kendisine hastalıklı reaksiyonlar göstermek nasıl tartışmayı karşılıklı bir sığlığa çekiyorsa, filmlerin de meseleleri izleyicisini bilerek ve yalnızca onun belli "duyar noktalarına" dokunarak anlatması sosyal eleştiriden ziyade "siyaset pazarlaması" diye nitelendirilebilecek bir şey.
Bu açıdan, her ne kadar bir Do The Right Thing gibi şaheser olmasa da, Monsters and Men çok dengeli ve başarılı bir anlatı yapısı kuruyor. Fakat eksikliği, tek boyutlu olmasa dahi meselesine yaklaşımında terk edemediği kamu spotu mentalitesi. 2018'in benzer karşılaşmalara dair bir başka filmi Blindspotting mesela: mizahı, eğlencesi, sertliği ve yer yer ciddiyetiyle -olaylarını fazla patlatıyor olmasına rağmen- bir film ve bir karakterin hikayesi içerisinde bu sosyal meseleye dair kapsayabileceği kadarına eğilip onlarla yeni bir hikaye kurmaya çalışıyor. Monsters and Men ise geviş getirmiyor belki ama bildiğimiz hikayeyi farklı aktörlerle ağırbaşlı biçimde anlatıyor yalnızca. Aynı mevzularla uğraşan filmlerle beraber bakıldığında, hikayesini özel bir anlatı haline çevirme konusunda yetersiz görülebilecek olsa da bir adaletsizlik örneği etrafına doğrudan eklemlenen üç hikaye ve onların sıradanlığına, karakterlerin tüm bu süreçte yaşadığı ikilemlere odaklanarak problemin özüne yönelen anlatısı gayet başarılı Monsters and Men'in. Kısacası, böylesi kritik sosyopolitik mevzularda "neyi, nasıl anlatmalı?" sorusu için cevap olmasa da kaynak oluşturabilecek bir anlatı.
sevgi, saygı, ve o tarz bilumum duygularla:;,
posterinin önerdiği kadar düz bir melodrama olmamasının izlerken yarattığı rahatlama...